5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 201. maddesinde doğrudan soru yöneltme hakkının uygulamasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 201.maddesi “(1)Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir. (2) Heyet halinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler, birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.” hükmünü havidir. Bu yazımız kapsamında ilgili madde hükmüne ilişkin değerlendirmelere yer verilecektir.
Hukuk sistemimizde “soru sorma” Ceza Muhakemesi Kanunumuzda (Bundan sonra “CMK” olarak anılacaktır.) profesyonel hukukçu süjeler ve diğer süjeler yönünden iki farklı şekilde düzenlenmiş, ancak bu düzenleme aşamalar noktasında farklılık yaratmayarak aynı esaslara göre belirlenmiştir. Aradaki temel fark, profesyonel hukukçuların soru sormasının “doğrudan” olmasına karşılık, diğer süjelerin soru sormasının “hakim ya da başkan” aracılığı ile olması noktasındadır. Buna karşılık genel olarak duruşmaya katılan tüm dava taraflarının soru sorma hak ve yetkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla fark, bu yetkinin kullanılış biçimi noktasında olmaktadır. Soru sormanın normatif olarak üç temel dayanağını sırasıyla Anayasa’nın adil yargılanma hakkını düzenleyen 36. maddesi, AİHS’nin yine adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesi ve CMK’nın soru sormayı düzenleyen 201. maddesi olarak belirtmek mümkündür. Bunlardan ilk ikisi genel esasları belirlerken sonuncusu soru sorma hakkının uygulanmasına ilişkin ayrıntıları ortaya koymaktadır. Bu noktada soru sormanın doğrudan kaynağı olarak CMK’nın soru sormaya ilişkin hükümlerini, genel esasları dahilinde yorumlamak ve uygulamak gerekmektedir. Bu haliyle CMK’nın soru sormaya ilişkin belirlediği esaslar, onun genel uygulanma mantığı ile de yakından ilişkilidir. Ceza muhakemesinde amaç, her ne olursa olsun maddi gerçeğe ulaşmak değil, adil yargılama ilkesi çerçevesinde hukuka uygun bir şekilde maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bunun sonucu olarak sav ve savunmanın belirli bir dengede olmadığı, sanığın ceza muhakemesine ilişkin temel insan haklarının güvence altına alınmadığı ve sistemin temel olarak hukuk devletinin gereklerine uygun olarak teşkil edilmediği bir sistemde, maddi olaya ilişkin ulaşılan sonuçların maddi “gerçek” olarak tespiti mümkün olmayacaktır. Bu noktada yalnızca hakimin veya iddia makamının sanığa, katılana tanık veya bilirkişilere soru sorması maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yeterli değildir. İddia makamı zaten olayla ilgili olarak belirli bir kurgu üzerinden hareket etmektedir, hakim ise olayla evvela iddia makamının tezi vasıtası ile tanıştığından ister istemez bir önyargı taşıması mümkündür. Her durumda, savunmanın hangi maddi olay kurgusu üzerine bina edildiği bizatihi savunma makamının belirleyeceği bir husus olduğundan bu kurgunun maddi gerçeğin bizatihi ifadesi olduğunu gösterme noktasında, salt delilleri değerlendirmesi yeterli değildir. Aksine bu delillerin ortaya konulması aşamasına etki etmesi bu haliyle maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik işlemlere bizzat bağımsız bir makam olarak iştirak etmesi gerekmektedir. Bu haliyle savunmanın da sanığa, katılana ve tanıklara ve bilirkişilere, kurumsal olarak mahkeme huzurunda maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi amacıyla ve buna uygun olarak soru sorma hakkına sahip olması adil yargılanma hakkının bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Avukatın doğrudan soru yöneltme hakkını düzenleyen CMK m. 201’in lafzına bakıldığında, kişinin “sanık” sıfatını kazanmadan bu hakkın kullanılamayacağı görülmektedir. Başka bir deyişle, CMK’ya göre soruşturma aşamasında avukatın şüpheliye doğrudan soru sorma hakkı bulunmamaktadır. Gerçekten de CMK m. 201, düzenlenişi bakımından, doğrudan soru sorulabilecekler içerisinde “şüpheli” sıfatına yer verilmemiş olup, “sanık” denilmek suretiyle soru sorma hakkının kovuşturma aşamasında kullanılabileceği şekilde hükmolunmuştur. Nitekim kanunun sistematiği de göz önüne alındığında CMK m. 201 hükmü “Üçüncü Kitap Kovuşturma Evresi” başlığı altında düzenlenerek doğrudan soru sormanın kovuşturma evresine ait bir müessese olduğunu göstermektedir. Doğrudan soru sorma prosedürünün, soruşturma safhasında, özellikle de sulh ceza mahkemesinde yapılan tutukluluk incelemesinde uygulanamamasının ne denli büyük bir eksiklik olduğu, günümüzde ifade edilmektedir. Nitekim tutuklama gibi ağır bir koruma tedbirine başvurulabilmesi için, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcudiyeti şart kılındığına göre, bu hususta maddi gerçeğin açığa çıkarılabilmesi için doğrudan soru sorma yönteminin bu aşamada kabul edilmemesi, bu kurum ile ulaşılmak istenen amaca, şüphesiz ki aykırı olmaktadır. Doktrin tarafından benimsenen görüşe göre tutuklama sorgusu tali bir ceza davası niteliğindedir. Kişi hakim karşısına çıkarılarak sorgulanır, yapılan sorgunun duruşma düzeni içerisinde yürütüldüğüne bu manada şüphe yoktur. Bu aşamada CMK m. 201 her ne kadar kovuşturma aşamasına işaret etmekte olsa da niteliği gereği kişinin sorgusu ve özellikle de tutuklama istemiyle yapılan sorguda müdafin soru sorma hakkı göz önünde bulundurulmalıdır. Soru sormanın en önemli amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmak olmakla beraber kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin güvenilirliği test edilmeden, doğruluğu sorgulanmadan kişinin tutuklanması ciddi bir insan hakları ihlali teşkil edecektir. Yargıtay kararlarında da ifade olunduğu üzere yargılama aşamasında doğrudan soru yöneltme imkanının tanınmamış olması ciddi bir ihlal teşkil etmekte; bozma sebebi olarak kabul edilmektedir.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi E.2014/4877 K. 2015/1388 sayılı ve 11.03.2015 tarihli kararından özetle;
“Sanık.. hakkında kasten öldürme ve 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçlarından kurulan hükümlerin incelenmesinde;
1)Gizli tanık .’ın duruşmada bulunma hakkına sahip olanların yokluğunda 20.03.2013 günlü celsede dinlendiği, ancak 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nun 9/2,3 maddelerinde öngörülen usullerin uygulanması gerektiği anlaşılmakla CMK`nun201. maddesinde yer alan doğrudan soru yöneltme imkanının tanınmaması ve savunma hakkının kısıtlanması...,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafıinın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle sair cihetleri incelenmeyen hükümlerin öncelikle bu nedenlerle, tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak (BOZULMASINA), oybirliği ile karar verildi.”