Değişen ve gelişen dünyada toplum ihtiyaçlarına paralel olarak sosyal devlet anlayışı gereği hizmet sunan idarenin faaliyet alanlarının çeşitliliği ve iş yükü artmıştır. İdare tarafından sürekli ve kesintisiz olarak gerçekleştirilen bu faaliyetler sırasında kimi zaman zararlar meydana gelmekte,bireyler ve topluluklar ile faaliyetleri yürüten idare karşı karşıya gelebilmektedir.
1982 Anayasasının 125. maddesinin 1. fıkrasında “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmü düzenlenmiştir. Yine Anayasanın 125. Maddesinin son fıkrası “İdare,kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmünü ve 40. maddesi de “Kişinin, Resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir.” hükmünü içermektedir. Hukuk devletinin gereği olarak, Anayasa ile de güvence altına alındığı üzere sürekli ve kesintisiz olarak hizmet sunmakla mükellef olan idare tüm faaliyetlerine ilişkin olarak yargı önünde hesap verebilmelidir. İdarenin eylem ve işlemleri yönünden yargı yolunun açık olması, idarenin işlemlerinin iptali ile hukuka aykırı işlemin ortadan kaldırılması şeklinde karşımıza çıkabileceği gibi idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararların tazmini şeklinde de karşımıza çıkabilmektedir.
Bu yazı kapsamında, sosyal devlet anlayışının gereği olarak bir çok alanda hizmet sunan idarenin bu hizmet ve faaliyet sırasında bireylere verdiği zararlara ilişkin sorumluluğunun esasları değerlendirilecektir.
İdari işlem, devlete verilen görev ve yüklenen sorumluluk gereği idare tarafından yürütülen işler sırasında idarenin tek yanlı irade açıklaması ile kişiler hakkında hukuki sonuç doğuran işlemleridir. Kamulaştırma kararı, atama, disiplin cezası ve ruhsat verme idari işlemlere örnek olarak gösterilebilir.
İdari eylem ise, idarenin yerine getirmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini yürütürken bilerek ve isteyerek yaptığı ya da iradesi dışında gelişen olay ve fiiller ile yapması gereken işi yapmaması ya da gereği gibi yapmaması hallerinde meydana gelen fiili durumları ifade etmektedir. İdari eylemler genellikle karşımıza, idari işlemlerin yerine getirilmesi, uygulanması veya bazı hizmetlerin yürütülmesi şeklinde çıkmaktadır. İdari işlemlerin sonucu hukuksal nitelikte değişiklikler meydana getirirken idari eylemlerin sonucu maddi yaşamımızda değişiklikler meydana getirmektedir. İşte bu eylem ve işlemler, yani idari faaliyetler sonucu kişilere verilen zararlar,ki bu zararlar maddi ve manevi olabilir, idarenin sorumluluğunun doğmasına neden olmaktadır. Bu halde kişi, 2577 sayılı İdari Yargılama Usül Kanunu’nun 12. maddesinde düzenlendiği üzere, doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal davası ile tam yargı davasını birlikte açabileceği gibi, ilk önce iptal davası açılıp ardından bu davanın sonuçlanması ile dava süresi içerisinde tam yargı davası da açabilecektir.
Danıştay 5. Dairesi, E. 1999/2771 K.2002/2723 T. 10.6.2002 tarihli kararı;
“Davacının iş müfettiş yardımcısı olarak görev yapmakta iken 24-27.3.1997 tarihli iş müfettişliği yeterlik sözlü sınavında başarısız sayılıp memurluğa atandığı; bu işlemler ile düzenleyici işlemlerin ilgili maddelerinin iptali istemiyle Danıştay Beşinci Dairesinde açılan dava sonucunda bireysel işlemlerin iptal edildiği; söz konusu Danıştay kararında, "ilgilinin müfettiş yardımcılığından müfettişliğe geç atanmış olması nedeniyle oluşabilecek kayıplarının halen mevcut, oluşması kesin ve miktarı belli bir zararla ifade edilememesi, dava konusu işlemle doğrudan ilgisinin kurulamaması karşısında bu davada karşılanması olanağı bulunmamaktadır." gerekçesine de yer verildiği; davacının, Danıştay Beşinci Dairesince verilen 8.7.1997 günlü yürütmeyi durdurma kararı uyarınca 10.11.1997 tarihinde yapılan iş müfettişliği yeterlik sözlü sınavında başarılı olduğu; 13.11.1997 günlü onayla iş müfettişliğine atandığı; iş müfettişliğine 7 ay geç atanması nedeniyle iş müfettiş yardımcılığı ile müfettişlik arasındaki maaş farkları toplamı olan 256.500.000.- TL ile 100.000.000.,-TL. manevi tazminatın ödenmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacının başarısız sayıldığı sözlü sınavdaki usule aykırılığın Dairemiz kararıyla saptanmış olması ve yargı kararı uyarınca yeniden yapılan sözlü sınav sonucunda başarılı olup 13.11.1997 tarihinde müfettişliğe atanması karşısında, ilgilinin usulüne uygun yapılmayan sözlü sınav nedeniyle müfettişliğe geç atanmasının idarenin hizmet kusurunu oluşturduğu açık olup; geç atandığı dönem için iş müfettiş yardımcılığı ile müfettişlik arasındaki maaş farklarının idarece tazmini gerekir.”
İdarenin sorumluluğunun doğmasına sebebiyet veren eylem ve işlemlere ilişkin kusur da, Türk idare hukukunda kusur sorumluluğu (hizmet kusuru) ve kusursuz sorumluluk olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Øİdarenin Kusur Sorumluluğu – Hizmet Kusuru
Hizmet kusuru, idare adına işlem yapan kişilerin hata ve eksik işlemlerinden meydana gelebileceği gibi idari faaliyetin yetersizliği şeklinde ya da yerine getirilmemesi şeklinde de karşımıza çıkabilmektedir. Danıştay kararlarında hizmet kusuru, idarenin yerine getirmekle mükellef olduğu hizmetin işlememesi, kötü işlemesi veya geç işlemesi şeklinde tanımlanmıştır.
Danıştay 10. Dairesi’nin,E. 2013/5175 K. 2016/1543 T. 21.3.2016 tarihli kararında hizmet kusuru şu şekilde tanımlanmıştır;
“Hizmet kusuru; idarenin yapmakla yükümlü olduğu bir kamu hizmetinin kuruluşunda, teşkilatın yapısında,personelde ya da işleyişinde gereken emir, direktif ve talimatların verilmemesi gözetim ve denetiminin yapılmaması, hizmete yönelik araçların yetersiz,elverişsiz, kötü olması, gereken tedbirlerin alınmaması, geç hareket edilmesi veya hiç faaliyette bulunulmaması sonucu oluşan bir takım aksaklık, aykırılık,bozukluk, özensizlik, eksiklik, sakatlık halleridir.
Ayrıca, kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlenilen ödevin ve yürütülen hizmetin kural,usul ve gereklerine aykırı olarak, kendilerine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklarından yararlanarak yaptıkları eylem ve işledikleri kusurları, idareden ayrılamamaları nedeniyle görevle ilgili olarak işlenen "görev kusuru" niteliğinde hizmet kusurunu oluşturmaktadır.”
Hizmet kusuru yukarıda da belirttiğimiz üzere, hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi veya kötü işlemesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.Ancak her zaman idarenin hizmet kusurunda ki sorumluluğunun belirlenmesi kolay olmadığı gibi sorumluluğa ilişkin kesin bir ölçüt de bulunmamaktadır. Bu hallerde idarenin sorumluluğu değerlendirilirken, zarara sebebiyet veren idari faaliyetin ve olayın özellikleri, yapılan işlemin standardı ve imkânlar göz önünde bulundurularak bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Danıştay 10. D., E.1995/53 K. 1996/1913 T. 10.4.1996 tarihli kararı;
“Hizmet kusuru, idari hizmetin kuruluş ve işleyişinden kaynaklanır. Kamu hizmeti eksik veya kötü yürütülmekteyse veya bu faaliyet beklenen hizmet gerekleriyle bağdaştırılamayacak nitelikteyse idarenin hizmeti kusurlu yürüttüğünün kabulü zorunludur. Kişilerin can ve mal güvenliğini korumakla görevli olan İdare, üstlendiği kamu hizmetini gereği gibi yerine getirmek,hizmetin işleyişi ve yerine getirilişi sırasında gerekli teşkilatı kurmak, her türlü araç ve olanağı hizmete hazır bulundurmak ve yine doğması olası bazı olayların önlenmesi ve anında bertaraf edilmesi için gerekli önlemleri almak zorundadır…
…Bu durumda da, önceden başvuruda da bulunulduğu halde meydana gelmesi kuvvetle olası olayın önlenmesi için gerekli önlemleri almadığı, gerekli imkân ve aracı temin ederek hazır bulundurmadığı anlaşılan idarenin hizmet kusuru açık olup; idarenin doğan zararı tazmini gerektiğinden, mahkeme kararının temyizen incelenen davanın kabulüne ilişkin bölümü sonuç olarak hukuka uygun bulunmaktadır.”
Ø Kusursuz Sorumluluk
İdare, hukuka uygun olan, zarar ile idari faaliyetin ilişkilendirildiği kimi durumlarda kusuru olmasa da meydana gelen zararı tazminle yükümlüdür. İdarenin kusursuz sorumluluğu iki ilkeye dayanmaktadır.Bunlardan bir tanesi tehlike (risk) ilkesi diğeri ise külfetlerde eşitliktir.
İdarenin faaliyetleri arasında yer alan, kolluk, itfaiye,sağlık hizmetleri gibi faaliyetlerde idare kusuru olmasa veya kusur ispatlanamasa dahi sorumludur. Yine gerçekleşen bir terör eylemi neticesinde uğranılan zararı idare kendi kusuru bulunmasa dahi tazmin ile yükümlüdür.
İdarenin sorumluluk alanında bulunan bir konuda bir zarar meydana gelmişse, hizmet kusuruna gidilemiyor veya hizmet kusuru belirlenemiyorsa kusursuz sorumluluğun ilkelerinden biri olan külfetlerde eşitlik gereği, olayla ile idarenin faaliyeti arasında nedensellik bağı var ise kusursuz sorumluluk esasına dayanılabilecektir. Aşağıda idarenin kusursuz sorumluluğuna ilişkin Danıştay kararlarına yer verilmiştir.
Danıştay 10.Dairesi, E. 1996/9012 K. 1997/6164 T. 25.12.1997 tarihli kararı;
“Sözü edilen eylemler nedeniyle zarara uğrayan, terör eylemlerine herhangi bir şekilde katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu değil toplum içinde ortaya çıkan bu olaylardan zarar görmektedirler. Başka bir değişle toplumun birer parçası olmak sıfatıyla zarar gören kişilerin belirtilen şekilde ortaya çıkan zararlarının özel ve olağan dışı nitelikleri dikkate alınıp nedensellik bağı aranmadan, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre tazmini gerekir. Esasen terör olayları sonucu ortaya çıkan zararların idarece tazmini böylece topluma pay edilmesi hakkaniyet gereği olduğu, gibi sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
Tazmini istenilen zararı doğuran olayda da devletin ve ülkenin bütünlüğüne yönelik yaygın terörist faaliyetlerin bir sonucu olarak davacıya ait aracın yakıldığı anlaşılmaktadır.
Bir zararın hizmet kusuru, kusursuz sorumluluk veya sosyal risk ilkeleri uyarınca tazmin edilebilmesi için; kişisel ve olağan dışı nitelikte olması gerek ve yeter koşuldur. Bu bağlamda, tazmin edilecek maddi zarar, mal varlığındaki eksilme veya çoğalma olanağından yoksunluktur.
Sonuçta, davacının sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini gereken maddi zararının yaşamını sürdürmesini engelleyecek veya hayatını tümden değiştirecek nitelikte bulunmadığı gerekçesiyle devayı reddeden mahkeme kararı, hukuki dayanaktan yoksun ve açıkça hukuka aykırı bulunmaktadır.”
Danıştay 10. Dairesi, E. 2001/4795 K. 2003/696 T. 25.2.2003 tarihli kararı;
“İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Buna karşın bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Belirtilen niteliğine göre sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.
Zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından, idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Olayda zararın güvenlik kuvvetlerince mevzi güvenliği amacıyla döşenen mayına basılması sonucu davacıların çocuğunun sakat kalması nedeniyle meydana geldiği, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında oluştuğu, zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağı bulunduğu açık olduğundan, açılan tam yargı davasında sosyal risk ilkesine dayanılarak hüküm kurulmasına olanak bulunmamaktadır.
Dosya incelendiğinde, idarenin hizmet kusuru saptanamamakla birlikte,yürütülen güvenlik hizmeti sırasında kusuru bulunmayan davacıların uğradığı özel ve olağan dışı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince tazmini gerekmektedir.”
Bu yazı kapsamında, sosyal devlet anlayışının gereği olarak birçok alanda hizmet sunan idarenin bu hizmet ve faaliyet sırasında bireylere verdiği zararlara ilişkin sorumluluğu, Kusurlu Sorumluluk (Hizmet Kusuru) ve Kusursuz Sorumluluk kapsamında Danıştay kararları doğrultusunda değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Kaynakça
Prof. Dr. Yıldızhan YAYLA, İdare Hukuku, Beta Yayınevi
Prof. Dr. İsmet GİRİTLİ, Prof. Dr. Pertev BİLGEN, İdare Hukuku,DER Yayınları