Trafik Kazası Neticesinde Araç Mahrumiyet Bedelinin Tahsili

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin, haksız fiilden kaynaklanan maddi tazminat davalarında gerçek zararın tespitine ilişkin, 2021/26777 E. 2022/11236 K. sayılı ve 29.09.2022 tarihli kararı 24 Ocak 2023 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Bilgilendirme yazımızda söz konusu karar bağlamında trafik kazası neticesinde araç mahrumiyet bedelinin maddi tazminat davası ile tahsili hususu incelenecektir.

Yargıtay kararına konu uyuşmazlık, trafik kazası sonucu araçta meydana gelen maddi hasarın, araç değer kaybının ve araç mahrumiyet bedelinin tahsili istemli maddi tazminat davasında yerel mahkemenin, araç mahrumiyeti bedeli talebi yönünden kısmen red kararı vermesine ilişkindir. Davacının ikame araç kiraladığına dair herhangi bir belge sunulamadığı gerekçesiyle davanın kısmen reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek kararın 6100 sayılı HMK'nın 363. maddesi gereğince kanun yararına bozulması talep edilmiştir.

Yargıtay, kararında "Kural olarak haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında gerçek zarar ilkesi geçerlidir. Zarar gören ancak haksız fiil sebebiyle uğradığı gerçek zararını haksız fiil sorumlularından isteyebilir. Olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 50. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacı tarafından araç kiralandığına dair belge veya ödeme belgeleri sunulmasa da hakim zararı belirleyebilir. Bu durumda mahkemece, davacı aracında oluşan hasarın niteliğine göre makul tamir süresinin belirlenmesi, ihtiyaçları için aracı kullanamamaktan doğan ve bu süre içinde davacının (ikame araç) ödemesi gereken bedelin ne olacağı konularında alınan bilirkişi raporuna göre davacının araç mahrumiyet bedeli talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davacının bu talebini objektif kriter ve delillerle ispatlayamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. " gerekçeleriyle kanun yararına temyiz talebinin kabulüne karar vermiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri başlıklı kısmında yer alan 49. maddede haksız fiilde kusurlu sorumluluk esaslarına yer verilmiştir. İlgili maddeye göre; kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren bu zararı gidermekle yükümlüdür. Kanunun 50. maddesine göre ise zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat etmekle yükümlüdür. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hakim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirlemelidir.

Haksız fiilden doğan zarar, maddi zarar ve manevi zarar olarak temelde iki şekilde ortaya çıkabilir. Maddi zarar, malvarlığının mevcut durumuyla hukuka aykırı fiil meydana gelmeseydi arz edeceği durum arasındaki farktır. Malvarlığı, ekonomik bir değeri olan, para ile ölçülebilen hukuki menfaatlerin bütünüdür. Haksız fiil nedeniyle meydana gelen bu azalma doktrinde değişik açılardan sınıflandırılmakla birlikte temelde iki açıdan ele alınabilir:

1) Fiili Zarar

Haksız fiil sonucu, zarar görenin iradesi dışında malvarlığının aktifinde azalmaya ya da malvarlığının pasifinde çoğalmaya neden olan somut ve ölçülebilir zararlardır.

2) Mahrum Kalınan Kâr

Mahrum kalınan kâr, hayatın olağan akışı çerçevesinde malvarlığında meydana gelebilecek artışların zarar verici eylem nedeniyle kısmen veya tamamen engellenmesi sonucu meydana gelen zararı ifade eder. Malvarlığının zarar verici eylem sonucu aldığı durum ile söz konusu eylem olmasaydı malvarlığının alabileceği durum arasındaki fark ise mahrum kalınan kâr olarak adlandırılacaktır. Doktrine ve Yargıtay içtihatlarına bakıldığında benimsenen görüş mahrum kalınan kârın varsayımsal bir hesaba dayandığıdır(1). Kâr mahrumiyetinin takdirinde, gelecekte kaçırılan fırsatların belirlenmesi güç olduğundan hakim, TBK m. 50 f. 2 uyarınca somut olayın şartlarını, hayatın olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önüne alarak zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirleyecektir.

Yargıtay başka bir kararında, ”Davacının kaza sebebiyle mesleğine bir yıl geç başlayacağı ancak yaralanma tarihi itibariyle gerçekleşmiş bir zararı bulunmadığından varsayımsal hesaplama yapılacaktır. Davacının okulundan mezun olur olmaz kamu hizmetinde görevli bir öğretmen olup olamayacağı, atanma için açılan sınavı kazanıp kazanamayacağı henüz belli olmasa dahi en azından özel okul veya dershanelerde öğretmen olarak çalışabileceği muhakkaktır. O halde mahkemece, davacının mezun olacağı tarih belirlenerek yeni mezun bir fen bilgisi öğretmeninin özel okul veya dershanede çalışması halinde elde edeceği gelir miktarı belirlenmesi ve buna göre davacının mesleğine geç başlaması sebebiyle oluşan kazanç kaybının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınması gerekir.” ifadelerine yer vererek mahrum kalınan kârın varsayıma dayanan bir kalem olduğunu göstermiştir.(2)

Kusura dayanan haksız fiil sorumluluğunda, malın yerine yenisi alınıncaya kadar başka bir malın kullanılması için yapılan masraflar (mesela hasara uğrayan otomobil tamir edilinceye kadar kiralanan bir otomobilin kira bedeli), bu süreçte uğranılan kâr kayıpları ise genellikle bu başlıklar altında değerlendirilmeyen "diğer zararlar"dır. (3) Tam bu noktada, malın kullanım değerini ayrı bir zarar kalemi olarak kabul eden normatif (hükmî) zarar teorisinden bahsedilmesi gerekmektedir.

Normatif zarar teorisi, zararı açıklamaya yönelik teorilerden biridir. Normatif zarar, Alman hukuk öğretisinde ileri sürülen görüşler doğrultusunda geliştirilmiş bir kavramdır[4]. Genel görüşe göre haksız fiil sonucu doğan zararın gideriminden kasıt, kişilerin haksız fiil öncesi durumu ile sonraki durumu arasındaki farkın giderilmesidir. Bununla birlikte her zaman haksız fiil sonucunda malvarlığında eksilme meydana gelmese dahi zarar meydana gelebilmekte ve bu zararı fiili zarar teorisine göre tazmin edememek hakkaniyete uygun düşmemektedir. Alman hukuk terminolojisinde "bir menfaatten yoksun bırakılma" kavramından yola çıkan bir görüş, malvarlığında azalma olmasa dahi bazı malları kullanma imkânından yoksun kalmanın da bir zarar olduğunu ve bu durumun uygun bir tazminat talep edilebilirlik yarattığını kabul etmiş, bu noktada normatif zarar teorisini öne sürmüştür.

Normatif zarar teorisine göre örneğin, bir aracın kaza yapması halinde aracın tamiri süresi boyunca kullanılamaması nedeniyle soyut kullanım hakkından mahrum kalmak malvarlığı değerinde eksilmeye yol açmasa bile normatif teoriye göre zarar kalemi sayılabilmekte ve tazmini istenebilmektedir.(5)

Zarara uğrayan mal ikame edilebilir bir malvarlığı değeri ise zarar görenin yerine yenisini edinmesi ihtimalinde ikame giderleri doğacaktır. Türk hukukunda, haksız fiilde kusur sorumluluğuna dair hükümlerde ve fark kuramı doğrultusunda ikame giderlerinden zarara sebep olanın sorumlu olacağı açıktır. Fakat tartışmalı olan husus, haksız fiil neticesinde malvarlığını kullanım hakkından mahrum kalan tarafın ikame malvarlığı edinmemesi halinde zarara uğramış sayılıp sayılmayacağı, "kullanma hakkı"nın ve "yoksun kalma"nın tazmin edilebilir hukuki değerler olup olmadığıdır. Örneğin, konutu yakılan birinin yeni bir ikame taşınmaz kiralaması yerine yakınlarında kalması ve malvarlığında azalma olmaması halinde bile zarar verenden tazmin talebinde bulunup bulunamayacağı tartışmalıdır.

Almanya Federal Adalet Mahkemesi'nin 1966 yılında trafik kazasından doğan zarara ilişkin bir tazminat davasında verdiği kararla, aracın kullanım hakkının ortadan kalkması bağımsız bir zarar kalemi olarak kabul edilmiştir. Bu kararında mahkeme, “kullanım imkânı”nın aracın kendi maddî değerinden bağımsız bir değer olduğunu ifade etmiş, maddi tazminata konu olmasını ise "ticarileştirme teorisi" ile açıklamıştır. Bu teoriye göre aslında manevî değer sayılabilecek, manevi tazminata konu olabilecek husus ticarileştirilmekte ve para ile tazmini amaçlanmaktadır. Fakat mahkeme bu teoriyi uyuşmazlıklara uygularken bazı kriterler kullanmaktadır. Bunlar; zarar görenin zararın devam ettiği süreçte malı kullanma isteği, farazî kullanım imkanı ve kullanma ihtiyacıdır. Bu periyotta, mal sağlam olsaydı bile kullanılmayacak idiyse artık sırf kullanım imkânından mahrum bırakılmak zararın tazmini için yeterli olmayacaktır. Çünkü ortada hissedilen bir yoksun kalma hâli söz konusu değildir.

Türk-İsviçre hukukunda normatif zarar teorisi baskın görüş olarak kabul görmemektedir. Bunun sebebi temelde, Türk hukukunda haksız fiilden doğan maddi zararın hesaplanmasında yalnızca malvarlığı değerlerindeki somut eksilmeyi dikkate alan fark teorisinin ve gerçek zarar ilkesinin benimsenmesi ve manevî zarar olarak kabul edilebilecek hususların maddî zarar grubuna sokulmasına ihtiyaç duyulmamasıdır. Türk hukukunda manevî zararlar (kanundaki diğer şartların da oluşması halinde) konu sınırı konulmaksızın manevi tazminat davası ile istenebilmektedir.

Bunlara karşın yazımıza referans olan Yargıtay kararında, ikame masrafı olarak malvarlığında somut ve gerçek bir azalma ispatlanamadığı halde normatif zarar teorisi bağlamında zararın giderimine karar verilmiştir.

(1) Karahasan, s. 502

(2) Yargıtay 17. HD. 30.01.2013 E. 2013/796 K. 2012/984

(3) Oğuzman, Öz, s.573

(4) Oğuzman, Öz, s. 41-42.

(5) Dr. Ramazan Korkmaz, Haksız İhtiyatî Tedbirden Kaynaklanan Tazminat Davasının Normatif Zarar Teorisi Bağlamında Değerlendirilmesi

SON MAKALELER